bozuk para

30 Ağustos 2010 Pazartesi 14:52 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 4 yorum

“Acaba bütün 5 tl yok muydu?” diye sordum. Suratıma öyle bir baktı ki, zamanı geriye alıp kurduğum cümlenin içindeki küfrü aradım. Yok, kesin cümlenin bir yerinde küfretmiştim de benim haberim yoktu. Çünkü başka türlü olsa “yok” diye kestirip atmazdı diye düşünüyorum. Otobüse bindiğimde “bakiyeniz yetersiz” uyarısına maruz kalmamaktı tek isteğim. Bu sebeple gayet iyimser bir ruh haliyle yanaşmıştım gişeye, kartıma para yüklemek için. Cebimde taşımaktan oldukça tiksindiğim bozuk paralara maruz kalmamak için de, cebimdeki en küçük kağıt paradan (10 tl) yine piyasadaki en küçük kağıt paraya (5 tl) geçişin kolay olması için yükleme olarak 5 tl’yi tercih etmiştim. Gayet sıradan bir şekilde önüme üst üste 5 tane 1 tl bozuk parayı dizdi. İyi ki 1 tl falan yüklememiştim ki, bu cebime o küçük paralardan 9 tane gireceği anlamına geliyordu. Belki 100 tl verseydim yine aynı surat ifadesiyle önüme 95 tane 1 tl de dizebilirdi. Ya da 200 sonrasında 195 tane falan. O kadar azimliydi yani, ben öyle anladım.
Artık hayata sahip olduğum kilodan daha fazlasını taşımaya mecbur kalmış ayaklarla devam ediyordum. Yürürken sağ bacağımın hareketiyle sağ cebimdeki anahtar, sol bacağımın hareketiyle ise sol cebimdeki servet şıkır şıkır ses çıkarıyor, sinirimi bozuyordu. Ya 1 tl’den daha büyük bozuk para çıkarılsın, ya da 5 tl ve üzeri bozuk para ile para üstü verilmesi yasaklansın o zaman. Bu cezayı işleyenler de zindana falan atılsın ya da o parayı verdikleri elleri kesilsin, ne bileyim ben.
Tekme attığım taş, aslında küçük bir taştı. Ama önümde yürüyen çiftin arasından geçince, bir an kocaman bir kayaymış gibi hissettim. Sanki o taştan hiç haberim yokmuş gibi tavır takındım ve yoluma devam ettim. Ancak önümdeki çift taşı fark etmemişti. Yürüme hızımı yavaşlatarak önümdekilerin taşı geçmelerini bekledim ve taşa yine tekme atmaya başladım. Küçükken yine böyle bir taşı yürüyen birisinin kafasına atmışlığım olduğu için, taşı yavaşça tekmeleyerek gideceğim yere kadar bana eşlik etmesini sağladım. Cebimden şıkır şıkır sesler gelmeye devam ediyordu ancak daha önemli bir uğraşım vardı artık.
Küçük bir çocuk taklidi yapıyordum sokakta, hiç utanmadan. Büyümekten sıkılmış bir çocuk.. Elimdeki topitopla hızlıca bağırdım. “oğlum beni de beklesenize?” Arkalarından fırlattığım taş, cem’in kafasına gelmişti. Şimdi zıçtım dedim içimden..

yağmur

27 Ağustos 2010 Cuma 09:44 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 0 yorum

Aşırı yağmur yağınca hep bir umut doluyor içime. Yıllar önce her zamanki gibi okul servisini beklerken her zamanki gibi olmayan bir yağmur yağıyordu. Bilimsel olarak yaptığım hesaba göre, yada sallamayayım hesap mesap yapmaya gerek bile olmadan, açmış olduğum şemsiyenin benim küçücük bedenimi rahatlıkla yağmurdan koruması ve o duyguyla birlikte de “ıslanmana asla izin vermem” nidalarıyla bana güven vermesi gerekiyordu. Ama gelin görün ki o kadar ıslanmıştım ki (çünkü yağmur her zamanki gibi gökyüzünden değil, yerden gökyüzüne doğru yağıyordu. Şemsiyeyi ters tutuyormuşum oysa ki) bir an şemsiyenin beni daha da çok ıslattığına bile inanmıştım. O derece yani, artık siz düşünün. Neyse. Tabi ki bu arada servis geç kalmış, kim bilir yurdun kanalizasyondan nasibini almamış hangi köşesinde mahsur kalmıştı. İşte o çok sevinçli ana geliyorum. Aradan biraz zaman geçtikten sonra hoparlörünü açmış polis arabasından bir memur olanca gür sesiyle bugün okulların tatil olduğunu müjdeliyordu. Evet belki de ben ıslanmakla uğraşırken sabah haberleri bu müjdeli haberi izleyicilerine iletiyorlardı. Evet bulunduğum memlekette zaten bir damla kar bile, bırakın okulları tatil etmeyi, yaşamı bile felç ettiğinden, bu tip müjdeli haberleri hep yağmur sayesinde alıyorduk. Sevinç içinde eve geri dönmüştüm. Teytey..

En son işyerinde paçalarımdan akan suyu bütün ofisi çamura bulama aracı olarak kullandıktan sonra, pantolonumu kaloriferde kurutmaya çalışırken fark ettim. İçimde hala aynı umut vardı. Çocuk tarafım neşe içinde eve doğru yürümeye başlamıştı bile o gün. Diğer yanım ise kapitalist sistemin çarklarının içinde her geçen gün daha da eridiğinin farkında bile değildi. Bilgisayarı açtım ve küfrettim.

otobüs

25 Ağustos 2010 Çarşamba 20:44 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 0 yorum

Beyler arkaya doğru ilerleyelim lafı ayakta duran ve özellikle otobüse binmeye çalışan güruhu gaza getirmeye yetmişti bile. Gerçi ben daha bir durak önce bu otobüs fazladan bir kişi bile almaz dedikten sonra otobüse elli kişi daha binmişti. Benden nerdeyse metrelerce uzakta duran direğe parmak uçlarımla tutunmaya çalışırken bir önceki saf düşüncemi yeni bir durakta yine içimden geçiriyordum. Çünkü asıl düşüncem (özellikle elli kişiden sonra) değil fazladan bir kişi almak, otobüsün beni bile fizik kurallarına göre içinden dışarı atması gerekmesiydi. Tabi burada bahsettiğim eylemsizlik momenti türünden fizik kuralları değil. Anlatmak istediğim kıçının başka birinin kıçına değerken araya yine başka birinin girememesi gerekliliği yada yine kıç çapının üçte biri kadar yere sığamamamız gerekliliği falan. Sanırım otobüsün içindeki kalabalığı birazcık da olsa anlatabildim. Bir sonraki “beyler” sesiyle güruh yine atağa geçti. Yanımdaki adamın “iftar vakti yaklaşıyor, yazıktır günahtır” sözleri ise otobüse binmeye çalışan insan grubunun orta ve arka kapı olarak tabir edilen otobüse diğer biniş deliklerine hücum etmesine yetti bile. Tabi burada yurdumuzun tipik ramazan ayı boyunca diğer Cuma günlerinde olduğu gibi günah kavramının gelişmesi, diğer zamanlar sokakta “ananıskim” diye dolaşan adamların “it herif” lafını duyduklarında “vay anasını dünyada ne cehennemlik insanlar var” düşüncesini aklının küçücük bir köşesinden geçirmesi durumlarını ayrıca ele almak lazım. Çünkü burada konumuz otobüsün olması gerektiğinin yüz katı kalabalıkla yolda ilerlemeye çalışması.. Neyse. Fizik kuralları meselesini dakikalar önce inkardan sabıka giymiş otobüs, gerçekten de değil elli kişiyi yüz elli kişiyi bile içinde barındırmak ister gibi davetkar bir hava veriyordu dışarıda kapılara hücum eden kalabalığa. Çünkü dışarıda gözüne ve diğer organlarına perde inmiş insanlar, hala otobüsün arka taraflarının boş olduğunu düşünmekteydiler. En azından inanmak istemiyorlardı. Hani sen ne kadar laf anlatırsan anlat “hayır hayır öyle değil” diye direten insanlar vardır ya. Hah işte onlardan. Lafı çok uzattım. Hikayenin gerisini merak edenlere geliyor. Üretici firma tarafından her ne kadar tek katlı ve tabelasında bilmemkaç kişiliktir diye yazmasına rağmen, bizim meşhur otobüs, o günlük, karayolu hayatına üstünde yine insanlardan oluşmuş diğer bir kat (iki katlı) ile devam etti. Yolculuk esnasında kendimi “iyisin, iyisin bir şeyin yok” diye defalarca telkin etmeme rağmen, ineceğim durağa geldiğimde bayılmış bir şekilde yolda yatar halde buldum. İyi ki böylesi iyi insanların olduğu bir memlekette yaşıyoruz da artık kolonya ile mi tokat ile mi nasıl ayılttılarsa beni.. Diye sallamama hiç gerek yok. Son: Puflaya puflaya evimdeyim işte.

belgesel

24 Ağustos 2010 Salı 21:09 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 4 yorum

Geçen gün belgesel seyrederken denk geldim (bu arada belgesel seyrediyorum, bilgiye açım, öğrenmeye aşığım, süperim). Tamam hemen denk geldiğim şeyi söylemeyeyim bari. Öncelikle size izlediğim belgeselin konusundan bahsetmek istiyorum. Erkeklik hormonu olarak bilinen testosteron hakkındaydı izlediğim belgesel. Sanırım şimdi anlatırsam daha mantıklı olacak. Neyse. İşte konu yine çiftleşme dönemi, erkeklerin dişileri tavlamak için anıra anıra şarkı söylemeleri, tek işleri masum masum ot yemek olan bildiğimiz kuzudan inekten türeme hayvanların birbirlerine saldırmaları, ormanlar kralı geçinen bir diğer hayvanın disko topu eşliğinde çiftleşme dansı yapması falan. Ama bir sahne vardı ki. Şimdi garibin biri (hayvanı tam hatırlayamadım, sırtlandı galiba) çeşitli atraksiyon sonucu dişisini bulmuş, öyle insanlarınki gibi teferruattan uzak, yani tam olması gerektiği gibi seks yapıyor. Ama duruma içerlemiş (tahminimce sırtlanın önceki sevgilisi yada amcasının oğlu) olan şahıs arkadan hayvanı ısırıyor. Yani bu hayvanların benim bilmediğim bir seks anlayışı yoksa, sahne tam olarak benim anlattığım gibiydi. Ne güzel sevişen iki masum, seks düşmanı belki ahlak bekçisi arkadan saldırıcı diğer vatandaş. Yav sen nelere kadirsin vahşi hayat. Ben böyle vahşiliğin içine sıçayım be. Biz ne güzel huzurlu yataklarımızda sevişirken adamların çektiği çileye bak. Sen türlü türlü şaklabanlığın ardından çalılıkların arkasına doğru git. Sonra da gelip kıçından ısırsınlar. Şöyle ağız tadıyla.. Neyse. Sinirlendim şimdi bi su içip geleyim..

rest!

4 Ağustos 2010 Çarşamba 21:49 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 0 yorum

sahne 1:

..uzun süren bir gecenin ardından masada sadece ikisi kalmıştı. dealer kartları dağıttıktan sonra önce elindeki kartlara uzun uzun baktı, ardından sigarasının kültablasındaki yerini değiştirdi. çok öncelerden gelen bir uğurdu onun için. yerdeki kartların sayısı önce dörde sonra beşe çıktığında elindeki kartlara son kez tekrar baktı. şimdiye kadar yapabileceği tüm hamleleri yapmış, çaktırmadan karşısındakinin gözlerinin içine bakarak yapacağı son hamleyi düşünüyordu. viskisinden bir yudum aldıktan sonra rest dedi. gözü bir an masadaki chiplere takılmıştı. elinin çok iyi olmamasına rağmen yaptığı bu hamleyle bir an için de olsa o chipleri kasada gerçek paralarla değiştirdiğini düşündü ve bir an gülümsedi. hatta bu gülümsemesinin elini karşısındakine daha iyi göstereceğini düşünerek bir kez daha gülümsedi. karşısındakinin restini görmesiyle elindeki kartları yavaşça yere bırakması sanki aynı anda gerçekleşmişti. masadaki chipler toplanırken yavaşça sandalyenin arkasındaki ceketini aldı ve masadan kalktı. kapıya doğru ağır adımlarla yürürken geriye dönüp bakmak aklına bile gelmemişti..

sahne 2:

..uzun süren bir ilişkinin ardından son zamanlarda daha sık baş gösteren tartışmalarını konuşmak için gelmişlerdi bu çok sevdikleri cafeye. garsondan her zamanki gibi biri sütlü iki nescafe söyledikten sonra uzun uzun etraflarındaki masayı seyretti. yanlarındaki kız ne de çok konuşuyordu. karşısındakinin gözüne bakmamaya çalışarak kahvesinden bir yudum daha aldı. masadaki anahtar tam da uğursuzluğuna inandığı şekilde ters duruyordu. her zamanki gibi hissettirmeden yönünü değiştirdi. uzunca süren sessizliği kızın ayrılalım demesi bozdu. yönünü değiştirdiği anahtara da güvenerek karşısındakinin saçmalama diyerek boynuna sarılacağını düşündü ve gülümsedi. karşısındakinin tamam o zaman demesiyle anahtarla göz göze gelişi aynı anda gerçekleşmişti. beklemediği bu cevap karşısında yavaşça masadan kalktı ve çok konuşan kızın yanından kapıya doğru yürümeye başladı. omzumda bir el hissetmemesinden belki, geriye dönüp bakmak aklına bile gelmemişti..