veresiye defteri

18 Haziran 2011 Cumartesi 00:16 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 0 yorum

en son morali bozulmuştu bu adamın. kulaklığından çıkan sesin şarkının değişmesiyle birlikte birden yükselmesi sebep olmuştu buna. kaldığımız yerden devam edelim de demeyeceğim oysa. peki bir önceki yazıyı hatırlatarak yeni bir yazıya başlamak da neyin nesi. nerede kalmıştık tadında. ben de bilemedim vallahi.

diyorum ki veresiye defterinin olduğu yerde mutlaka bakkal amcayı uyaran anne babalar vardır. şimdi durum biraz şöyle. anne çocuk bünyeyi bakkala iki ekmek bir yoğurt almaya gönderir. yaşı biraz ilerleyince hem belki her daim evin en küçüğü bile olsa bu görevden ölesiye nefret edecek olan çocuk, o zamanlar tabi biraz da çocuk olmanın verdiği saflıkla güle oynaya gider bakkala. yolda gördüğü boş kola tenekesine en afillisinden bir tekme savurur, yanından geçmeye çalışan kediyi saçma yüz hareketleriyle korkutmaya çalışır, az ilerden gelmekte olan uyuz sokak köpeğini görünce çaktırmadan yolunu değiştirir falan. çocuktur işte, o anda tek görevi bakkala gitmek olan. o zamanlar market diye bir şey yoktur tabiki. bakkala gidilir, ihtiyaç neyse alınır ve veresiye defterine yazılır. insanların birbirini tanıdığı ve hatta güvendiği zamanlarda. eskiden yani. çok eskiden.

işte bu çocuk bir zaman sonra bakar ki hep bir şeyler almakta lakin karşılığında bir kuruş para vermemektedir. bilim dünyasına hizmet eden bir formül bulmuşcasına şimşekler çakar yavaştan, aslında o zamanlar olmayan aklında. yavaş yavaş ekmeğin yanına çikolata, yoğurdun yanına cips hatta kola ekler ve eve öyle döner. ama illa ev ahalisinin bir ihtiyacının yanında alır ne alacaksa. aradan zaman geçtikten sonra artık kendini sadece kendi isteklerini alabilecek derecede başarılı görmeye başlamıştır bile. ama yine sadece olayı öncelikle kendi istekleriyle sınırlı tutar. okuldan sonra önce bakkala uğrar canı ne isterse alır ve zaten sonra ne aldıysa eve gitmeden yolda bitirir. gel zaman git zaman artık bu konuda profesyonel olmuş çocuk artık olaya önce yakın akraba -kuzen falan- sonrasında ise yakın arkadaşlarını dahil etmeye başlar. aslında bu hikaye öyle çok da uzun sürmez. bir maaş günü. baba elinde faturalarla, gelir gider hesabı yapmaya çalışmaktadır. yine aynı zamana denk gelir babanın yakın gören gözlükleriyle veresiye defterini incelemesi. ve işte o zaman her şey açığa çıkar. tüm umutlar söner ve yerini çekilmiş bir kulağın ardından gelen gözyaşlarına bırakır. ve hikaye babanın gidip bakkal amcayla konuşması ve ufaklığa alışverişi yasaklamasıyla son bulur.

veresiye defteri eski zamanlardan yani çocukluğumuzdan kalma tatlı bir anıdır sadece. dünyanın daha umutlu, yolların daha yeşil ve sofraların daha kalabalık olduğu zamanlardan kalma.

morali çok bozulan adam

6 Kasım 2010 Cumartesi 12:47 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 0 yorum

O gün en sevdiği cam kenarındaki koltukta yerini kapmış yolculuk ederken her zamanki gibi dışarıyı seyrediyordu. Dinlediği müzikle birlikte hayal dünyasında dolaşırken başına geleceklerden hiçbir haberi yoktu oysa. Şimdi burada hayal dünyasından kastım beyaz atlı prens olarak prensesini kurtarmak türünden şeyler değil tabiki. Çünkü o tipten benzer hayalleri küçük bir çocukken okula gittiği servisin dışarı sarkmayı önleyici demirle kaplı penceresinden bakarken kurardı. Beyaz atlı prens kendisi, prenses ise sınıfın en güzel kızı olurdu çoğu zaman. Okul servisi hayalindeki kız bazı geceler ilk gençlik rüyalarına da girerdi. Ancak o hayalini kurduğu kız farklı her sınıfla birlikte değişmesine rağmen, sonuç hiç değişmez, sınıfın en güzel kızı her zaman bir saniyelik rüyadan daha uzun süre girmezdi hayatına. Teneffüslerdeki saniyelik bakışmalar da bu istatistiği değiştirmeye yetmezdi. Biraz sonra kafasındaki bütün düşünceler dağılmış ve boş bir şekilde arabaları izlemeye başlamıştı. Sağa veya sola dönerken sinyal yakmış arabaların, dönüş bittikten sonra sinyal söndürme hızlarını takip ettiği küçük oyununu oynamaya başlamıştı. Geniş dönüşlerde sinyal otomatik olarak kapandığı için bu arabaları oyunun dışına çıkarıyor, şoförün kendi inisiyatifinde sinyalini kapattığı arabalar, kapatma sürelerine göre puanlar alıyorlardı. Zaten bu oyunun vakit geçirmekten başka bir amacı olmadığı gibi çoğu zaman kazananı da olmuyordu.

Aslında her şey müzik çalardaki şarkının değişmesi sonucunda yeni çalmaya başlayan şarkının bir öncekinden daha sesli olmasıyla başladı. Birkaç şarkıdır aynı ses ayarıyla müzik dinlemesine rağmen yeni gelen şarkı aynı ses seviyesinde daha gürültülü çalmaya başlamıştı. Olması gerektiği gibi müzik çaları gömleğinin cebinden çıkardı ve müziğin sesini biraz kıstı. Yaptığı bu işlem sırasında gizli güçler tarafından gömlek cebindeyken birbirine dolaştırılan kablo, aleti yeniden cebine koymaya çalıştığı sırada hiç öngörmediği şekilde büyük bir engel olmuştu. Ani bir sorunla karşılaşan bünyenin tepki verememe sendromundan kurtulması uzun sürmedi. Ve yine aynı bünye tek çözümün kulaklıkları çıkarıp kabloyu düzeltmek olduğuna karar verdi. Elini kulaklarına götürdü ve yavaş bir şekilde kulaklıklarını çıkarmaya başladı. Sağ kulağındaki kulaklığı çıkarıp avucunun içine aldığında gözü bir an kulaklığın üzerinde kocaman bir “L” harfi yazmasına rağmen, yazan harfi öngördüğü şekilde “R” olarak okudu. Ama bu yanılgı çok uzun sürmedi ve neden sonra uzun süredir kulaklıkları ters taktığını fark etti. Evet olmuştu. Yıllardan beri üzerinde hassas bir şekilde davrandığı doğru kulaklığı doğru kulağa takma işleminde yanılmıştı. Biran için olanlara bir anlam veremedi ve aynı şaşkınlıkla boş boş etrafına bakındı. Daha sonra elini sol kulağına götürdü ve kulaklığı aynı şekilde çıkarıp avucunun içine aldı. Saliselerle ifade edilebilecek bir süre boyunca kulaklığın üzerindeki harfe bakamadı. Sonucunu kesin olarak bilse bile hep bir umut olur içinde insanın. Gelecek için bir mutluluk sebebiyken bazen, bazen de gereksiz bir beklenti içine sokar insanı ve en büyük mutsuzluk sebebi olur, umut. İşte böyle bir beklenti içinde avucundaki kulaklığın arkasını çevirdi ve “R” harfini gördü. Yine büyük bir hayal kırıklığıydı yaşadığı. Hayat anlamını yitirmiş ve artık dünya üzerinde yaşanamayacak bir yer haline gelmişti onun için. O artık eski “O” değildi. Bundan sonra hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edemezdi. Yapamazdı bunu. Olmazdı. Olamazdı.

Yolculuğun kalan süresinde müzik dinleyemedi. İneceği durağa gelmeden önce yavaş yavaş ayağa kalktı kapıya doğru yönelmeye başladı. Otobüsten indikten sonra aslında nereye gittiğini kendisi bile bilmiyordu. Bildiği tek şey ayaklarının onu morali her bozulduğunda gittiği bara götürdüğüydü. Her zamanki gibi içmek dertlerini unutmanın en kolay yoluydu…

havadan sudan..

7 Ekim 2010 Perşembe 15:48 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 0 yorum

Havalar yavaş yavaş soğuyor yine. Ama eskisi gibi (ne kadar eski bilemiyorum, hep öyle diyorlar.) mevsimler arası geçişler yumuşak değil. Hani bize ilkokulda öğretildiği gibi yazdan sonra sonbahar gelmiyor artık. Hep youtube’un kapatılmasıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum ben bu geçişlerin. “Eskiden böyle miydi oysa” dedi geçenlerde bir teyze. Tabi onun zamanında youtube falan hep açıktı, serbest serbest giriliyordu. Neyse. Şimdilerde geçiş mevsimlerinin süresi azaldı. Birdenbire yaza girdikten sonra aynı birdenbirelikle de yazdan çıkıp, kışa giriyoruz. Yıllardan beri hep derim ki baharlık bir şeyler alayım bu sene diye. Ama tam ben dükkan dükkan bakınırken mevsim sert geçişini tamamlar ve “aman neyse seneye alırım artık” derken bulurum kendimi. Zaten mağazalar da pek yardımcı olamıyorlar bu konuda bence. Bu geçişleri senden, benden ve mahalledeki koca karıdan daha profesyonel bildikleri için de, hafif bir serinde kışlık Antarktika kazaklarını çıkarıyorlar vitrine. Hele bir de “aman canım dur şu yeni sezonlar biraz ucuzlasın hele” diyenlerdenseniz, yandınız.

Şimdi klasik haberler dolaşıyor ya etrafta küresel ısınmadan dolayı soğuyacakmış dünya diye. Ne kadar şanssız bir ırkmışız ki biz, küresel ısınmadan dolayı donarak öleceğiz. Uzaylılar falan (tabi varlarsa..) kıçlarıyla gülmeseler bari. Şöyle bir diyalog duyar gibiyim.

-Abi dur şimdi ben biraz daha ısıtayım da yansın bunlar. Nihahaha.

..aradan zaman geçer..

-Ee, baba noldu senin dünya projen?
-Abi dur dur. Bi yerde hata yaptım ama. Bunlar donarak ölüyorlar. Neyse..

İşin şakası bir yana. Sonumuz hayır olsun. Gerçi yukarıdaki senaryoyu biz kendi kendimize uyguluyoruz zaten. Hayali dış mihraplara hiç gerek yok. İyi günler..