trafik

19 Eylül 2010 Pazar 20:20 Gönderen ağzınasinekkaçanadam 0 yorum

Küfür eder gibi elini kaldırdı. Arabanın içinde olduğu ve arabanın da camları kapalı olduğu için ne söylediğini tam olarak anlayamadım. Bir süre dudaklarını kıpırdattı. Aynı şekilde yanından geçerken elimi kaldırarak karşılık verdim. Yanımdakiler ağzımdan çıkanı çok net duymuştu ama, muhtemelen o da sadece kıpırdayan dudaklarımı görmüştü. Tıpkı benim gibi. Yukarıya kalkan elimi yavaşça indirdim ve hiçbir şey olmamış gibi gaza basıp devam ettim. Hiç olmayan bir dilde arasında camlar ve kaportalar olan ve iletişim kuramayan iki insandık o anda. Hatta insan bile değildik belki. Çünkü söylediklerimi ben de duymuştum.

Zor olur demişlerdi İstanbul’da araba kullanmak. Hadi canım sen de derdim hep. Ne de olsa başka bir büyük şehirde araba kullanıyoruz sonuçta biz de. Buralarda sürdüğümüz bisiklet değil ki. Şimdi tam olarak burda “evet ya zormuş gerçekten” diyeceğimi düşünenler varsa birazcık yanıldılar. Çünkü yıllardır o trafikte araba süren bir canavar olmuştum, daha on dakika geçmiş olmasına rağmen. Önümdeki arabaya yol vermiyor, burnumu sokuyor hatta kırmızı ışıkta burnumu karıştırıyordum. Evet, pis bir insanım yeri geldiğinde. Hatta her insan yeri geldiğinde pis bence. Hatta kimi zaman bundan zevk de almıyor değil insanlar. Aksi olsa çorabımızı çıkarıp koklar mıyız canım? Neyse. Önümdeki arabayla tampon tampon mesafemi bir karış (evet gerçekten 1 karış) kaybetmiş olmam sonucunda önüme geçen arabalara şaşarak yolculuğumu sürdürdüm. Heralde önüme geçen araba yarım karış falan olmalıydı. “Yoksa benim kafamın bile sığmayacağı yere araba nasıl sığıyordu? Nasıl oluyordu? Burası neydi? “ diye düşünerek sağ sinyalimi verdim. Kıçına yanaştığım arabanın yol vermeyeceğini sezmiştim ki, makas atmak olarak tabir edilen hareketi gerçekleştirmek üzere harekete geçtim. Hem de önümdeki arabanın sağa geçmesi için bir şans bile vermemiştim.

Gözüm bir an dikiz aynasındaki yüzüme takıldı. Şu yeni model trafik polisi arabalarının üzerindeki trafik canavarına benziyordum. Yüzümü sağa ve sola sallamak suretiyle normalde iki yanağımıza “şak şak” vurarak kendimize gelmek için yaptığımız hareketi yaptım. Ancak biraz önceki görüntüden hiçbir fark yoktu. O anda biran eski yakışıklı halime hiç geri dönemicem bile sandım:) Dikiz aynasıyla bakışmalarımızdan sonra hızlı bir şekilde ayağımı gazdan çektim. Arabada bulunanların ani bir şekilde öne doğru eylemsizlik hareketlerinden sonra kafamı usulca önüme doğru eğip kaldırarak, arabadakilerden özür dilemeyi de unutmadım. Yavaş yavaş kendime geliyordum, kendim oluyordum. Sinyal verip sağ şeride geçtim ve “insan” gibi trafikte seyretmeye başladım. Bir teyzeye ve kediye bile yol verdim. Ancak kedi yol verdiğimi hiç anlamamış gibi panik halde karşıya geçti. Sokaktaki kediler de hep panik zaten. Aslında ben sokakta yemek yiyen serçelere de çok acıyorum da. Başka bir konu. Sonra anlatırım onu.

Yavaş bir şekilde yolda gitmeye devam ederken yanımdan geçen arabanın içindeki adam elini kaldırdı ve bir şeyler söyledi. Aynı şekilde elimi kaldırdım ve arabanın içindekilere baktım. Elim bir süre havada asılı kaldı ve hiç indirmedim. O sürede dudağım kıpırdadı da kıpırdadı. Neden sonra elimi yavaşça indirdim ve hayatıma “normal bir insan” olarak devam ettim.